MANŞET SOKAK

“Özgür toplum için özgür basın” (Ahmet Abakay ile söyleşi- Vahide Yanık)

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Genel Başkanı Ahmet Abakay, Akdeniz Gerçek’e basın tarihini değerlendirirken, ÇGD’nin özgür basın mücadelesini anlattı. Yarım asırdır gazetecilik mesleğinin içinde yer alan Abakay, “Basının kurtuluşu Türkiye’nin kurtuluşuyla ilintili” diyerek özgür basın olmadan özgür toplum olamayacağını vurguladı. “Basının üzerinde her zaman baskı vardı, bu kuşkusuz. 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de hep oldu. Ben de darbe dönemlerinde hep başkandım. O dönemler de zordu ama son 14 yılda olduğu gibi hiç bu kadar ses duvarı aşılmamıştı.”

Antalya-Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Genel Başkanı Ahmet Abakay, Akdeniz Gerçek’e basın tarihini değerlendirirken, ÇGD’nin özgür basın  mücadelesini anlattı. Yarım asırdır gazetecilik mesleğinin içinde yer alan Abakay, “Basının kurtuluşu Türkiye’nin kurtuluşuyla ilintili” diyerek özgür basın olmadan özgür toplum olamayacağını vurguladı.

“Basının  üzerinde her zaman baskı vardı, bu kuşkusuz. 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de hep oldu. Ben de darbe dönemlerinde hep başkandım. O dönemler de zordu ama son 14 yılda olduğu gibi hiç bu kadar ses duvarı aşılmamıştı.”

thumbnail_img_0761

Ahmet Abakay kimdir?
Köken olarak Erzurum Aşkaleliyim. Demiryollarında ateşçi olan babamın işi nedeniyle Sivas Divriği’de doğdum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Erzincan’da okudum. 1971 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bağlı Basın Yayın Yüksekokulu’na girdim. Okula başlama yıllarım 12 Mart darbesi dönemine rastlıyor.

Neden gazetecilik?
Bizim köyümüz Aşkale’nin alevi dağ köyüdür. Zaten dışlanmış bir toplumda yetiştik, sorgulama, başkaldırı içimizde var. Alevi olmak önemli değil benim için, sosyalist olmak önemli. Annem Ermeni kökenli olduğunu bize 80 yaşında söyledi. Böyle bir ortamda yetiştik. Gazeteciliği hep sevdim. Gazetecilik  mesleğine de bilerek ve isteyerek başladım. 68 kuşağının gençlik önderlerinden Hüseyin Cevahir benim Erzincan Lisesi’nden arkadaşımdı. Ben de 68 kuşağının bir parçasıyım. Politik sürecin içerisinde hep yer aldım. 1972’de okulda öğrenci iken boykotlar ve öğrenci olayları nedeniyle emniyette, Yıldırım Bölge Askeri Tutukevi’nde 142’den yargılanıp içeride kaldım. O zaman Yıldırım Bölge meşhurdu… Politik mücadelede yer almamız, itiraz etme geleneği hele ki mülkiyeden geliyorsanız itirazcı oluyorsunuz. Böyle bir özgeçmişle gazeteciliğe yöneldim.

Mesleğe nasıl girdiniz?
Mahmut Tali Öngören okulda hocamdı. Okul biterken bana “nerede çalışacaksın?” diye sordu. Bilmediğimi söyleyince o dönem 12 Mart nedeniyle TRT’den atılanların kurduğu İSHA’ya girmem için referans oldu. O zaman İSHA’nın Ankara temsilcisi Varlık  Özmenek’ti. Ajansın kurucuları ise Aydın Engin, Oya Baydar ve Osman Arolat’tı. Ne yazık ki ajansın ömrü 1 yıl sürdü.

Daha sonra ne yaptınız?
Daha sonra İlhami Soysal’ın temsilcisi olduğu Vatan Gazetesi’nde işe başladım. Siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptım. Askere gidip döndüğümde Vatan Gazetesi kapanmış Aydınlık olmuştu.

Devam ettiniz mi Aydınlık’ta?
O dönem Behice Boran’ın liderliğini yaptığı Türkiye İşçi Partiliydim. Politik olarak Aydınlık’ta bana yazdırmazlardı. Oradan da ayrıldım 1980 yılında ANKA Haber Ajansı’nda işe başladım. 12 Eylül darbe döneminde ben ANKA muhabiriydim. Patronumuz Müşerref Hekimoğlu, Haber Müdürümüz Uluç Gürkan’dı. Süleyman Coşkun, Yalçın Küçük, Uğur Mumcu o dönemin efsane isimleriydi. ANKA’da 10 yılı aşkın parlamento muhabirliği yaptım. ANKA’yı kuran Altan Öymen ve Örsan Öymen’dir. Ancak Altan Öymen’in milletvekili olmasıyla CHP’nin yayın organı denmesin diye yönetimden çekilmesiyle Müşerref Hekimoğlu’nun yönetimine geçmiş bir ajanstır ANKA.

ÇGD Genel Başkanlığı’na nasıl seçildiniz?
ANKA’dayken ÇGD genel başkanlığını hocam Mahmut Tali Öngören’den devraldım. ÇGD’nin kurucusu 1978’de Alaattin Orhan’dır.  Daha sonra Yılmaz Ateş’in yönetimine geçen ÇGD’de biz muhalefet edince yönetim Mahmut Tali Öngören’e geçti. Mahmut Tali Öngören döneminde ben genel sekreterlik yaptım. 1981 yılında da ÇGD genel başkanlığına seçildim. Tam 12 Eylül döneminin baskısının yaşandığı bir dönem. Tabi diğer örgütsel yapılar gibi ÇGD de kapandı. Sonra tekrar açıldık, 10 yıl ÇGD’nin başkanlığını yaptım.

Bir ara döneminiz var…
1991 yılına kadar ÇGD’nin başkanlığı sürdürdüm sonra Erdal İnönü Süleyman Demirel’in koalisyon hükümeti döneminde başbakan yardımcılığında basın müşaviri olarak göreve başlayınca ÇGD genel başkanlığından ayrıldım. Benden sonra Rafet Genç genel başkan oldu. Süresi dolmadan vefat edince Rahmi Yıldırım 1 yıl kadar vekaleten ÇGD genel başkanlığı yaptı. Sonra Mustafa Ekmekçi, İsmet Demirdöğen, Doğan Tılıç genel başkanlık yaptı. 2005 yılında emekli olunca arkadaşlar tekrar beni göreve çağırdı. Tek olarak genel başkan seçildim ve 12 yıldır da ÇGD’nin genel başkanlığını yürütüyorum

Basının bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Basının  üzerinde her zaman baskı vardı, bu kuşkusuz. 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de hep oldu. Ben de darbe dönemlerinde hep başkandım. O dönemler de zordu ama son 14 yılda olduğu gibi hiç bu kadar ses duvarı aşılmamıştı. 150 gazetecinin içeride olduğu bir dönem olmadı. 12 Eylül’de Cumhuriyet kapatıldı ama hemen açıldı, cezaevlerinde bu kadar gazeteci yoktu. Bazı haberlere yasak gelirdi  ama yazan muhabir dışarıda olurdu. Şimdi düşünüyorum da borsa gibi… 2010 yılında Brüksel’de AB konferansında yaptığım konuşmamda Türkiye’de 60’dan fazla gazetecinin cezaevinde olduğunu söyledim. Şimdi 157… sayı azalacağı yerde artmış. İddianame hazırlanmadan, ne için yattıklarını bilmeden cezaevinde yatıyorlar. İddianame ortaya çıkıyor, yazdığı haberler, konuştuğu telefonlar suç sayılıyor. Gazeteci, hırsızla, soyguncuyla konuşur. “Nasıl yaptın bu yolsuzluğu?” diye sorar. Cumhuriyet iddianamesine bakıyorsunuz, yöneticilerine gazetenin yayın politikasını değiştirdin diye suç getiriyor. Gazete ister politik ister magazinel çıkar bu gazete yönetiminin tercihidir. Şimdi gazete yönetiminin yayın politikasını değiştirmesi suç oldu…

 Gazeteciler nelerle karşılaşıyor?
Hiç bir dönemde basının üzerinde  baskıyı bu kadar yaşamamıştık. Özgür Gündem Gazetesi’ne sembolik olarak 1 günlüğüne genel yayın yönetmeni olduk. Çağlayan Adliyesine çağrıldık. Size trajikomik bir olay anlatayım. Savcı bize “bu haberi bilerek mi, görerek mi koydun” diye sordu. Ben bilerek yaptığımı, dayanışma için yaptığımı söyledim. Benden sonra Eşber Yağmurdereli ifadeye çağrıldı. Savcı bana yönelttiği “haberi göndün mü” sorusunu kör olan Eşber Yağmurdereli’ye de soruyor. Eşber savcının odasına bir başkanın kolunda giren bir adam, ona nasıl gördün mü diye sorarsınız. Eşber “Ben körüm nasıl görebilirim” diye cevap veriyor. O kadar basma kalıp ki, savcı o kadar ezberlemiş ki, hani “eline verileni okur” derler ya eline verileni soruyor. Bari cümleyi değiştir, bu kadar ezber, bu kadar önyargılı, bu kadar daha baştan suçlayıcı olma. Yargı da politikleşti.

Diğer yandan Can Dündar olayı… Mit TIR’ları İŞİD’e silah taşıyor haberi, belgesi, fotoğrafı  ortaya konan bir haber. Cumhurbaşkanı buna hemen tepki gösterdi. “Bu casusluktur, bunu nasıl yazarsınız?” dedi. Bu haber yalandır dese tartışılır, gazeteci için önemli olan haberin doğruluğudur. Cumhurbaşkanı “silah olsa ne yazar” diyor, “sen nasıl yazarsın” diyor. Sen gazeteciye nasıl sorarsın bunu. Gazetecinin işi zaten kamuoyunu bilgilendirmektir. Ülkeyi savaşa sokan bir uygulama, başka ülkeye silah götürüyorsun hem de TIR’larla. Beline tabanca koyup bile giremezsin başka ülkeye…

İktidar ile basın ilişkisi nasıl?
İktidar basına düşman olarak bakıyor. Bugün basının yüzde 90’ı iktidarın kontrolünde, denetiminde. Müteahhitlere gazeteler alıp sattılar, bazılarına el koydular. Havuz medyası deniyor buna. Ben iktidarı eleştiriyorum ama iktidardan daha çok gazetecileri eleştiriyorum. Saray medyasının gazetecilerini… Siyasal iktidarlar diktatörlük yapar ama gazeteci bari sen yapma, gönüllü teslim olma. Hükümeti, cumhurbaşkanını, başbakanı savunma, mesleğini savun. Yüzlerce meslektaşı içeride bunları savunmuyor, hatta öbürü niye dışarıda diye soruyor. Meslektaşını ihbar eden gazeteciler var. OdaTV tutuklamaları sırasında da yaşandı bu ihbarcılık.

Basın özgürlüğünde ne durumdayız?
Türkiye basın ve ifade özgürlüğü konusunda Afrika ülkelerinin yanında yer alıyor. 180 ülke içerisinde  150’lerde. Türkiye’yi bu hale sokmaya kimsenin hakkı yok.

Hiç mi direnç yok?
Tüm bunlara rağmen bir avuç da olsa direnen gazeteci var. ÇGD, TGS, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, İstanbul Gazeteciler Cemiyet bir sürü basın örgütü bir araya geldik Gazetecilere Özgür Platformu’nu kurduk. Muhalif örgütlenmeler ne yazık ki güçlü değil. Hak-İş diye bir sendika var, baskıyla işçiler oraya üye yapılıyor. Üye rakamlarına baktığımızda bir anda üyelik sayısının yükseldiğini görüyoruz. Koskoca Türk-İş koltuk uğruna hükümete teslim oldu. DİSK kararlı, ciddi bir mücadele veriyor ama ne yazık ki güçlü değil. Kendi iş kolumuzda yeteri kadar güÇlü örgütlenmeye sahip değiliz. Çünkü üye olanı işten atıyorlar. Gazetecilerin sosyal hakları bitirildi. Örgütlenmemiz yetersiz, iktidarın baskıları da bunu engelliyor.

Böyle mi devam edecek?
İktidar olduğu sürece bu düzen devam eder ama iktidar da böyle gitmeyecek. Çok baskıcı bir süreç yaşıyoruz, baskıcı bir iktidar var, bu seçimlere de  yansıyor. Hepsinin bir kullanım süresi var, baskıcı yönetimler bir yere kadar geliyor sonra gidiyorlar. Demokrasiyi inşa etme görevi aydınlık sol hareketin yapacağı bir süreç olacaktır. Ben buna inanıyorum, inanmasak niye bu kadar mücadele edelim.

 Yanaşma gazeteciler yarın utanacakları bir süreci yaşıyorlar. Çocuklarına kötü bir miras bırakıyorlar. Onların çocukları “baba sen ne yaptın” diye sorduklarında cevap veremeyecekler.

Referandum gazetecilik mesleğinin evrilmesini nasıl etkiler?
Basının kurutuluşu Türkiye’nin kurtuluşuyla ilintili. Tek adam rejimi beklentisinin yok edilmesi lazım. Bu hükümetin, bu anlayışın artık duvara toslayacağına inanıyorum. Kitleleri bir yere kadar aldatırsınız, onun da sonuna gelindi. Bu iktidarın iniş sürecini yaşıyoruz. Bu süreç Türkiye’nin demokratikleşmesinin başlangıcı olacak. Türkiye’nin özgürleşmesiyle medya da özgürleşecektir, basının özgürleşmesiyle toplum da özgürleşecektir. Baskılar içinde bu kadar gazetecinin bedel ödemesinin bir sonucu olmalı. Cumhurbaşkanının açtığı dava sayısı 2 bini aştı. En ufak eleştiri bile davalık. Şimdi yazmak hatta çizmek günah. Tek adam anlayışı demek ki işi buraya kadar vardırıyor. Bu kadarın kimse beklemiyordu. 12 Eylül’den daha serti nasıl olabilir diyorduk, yaşadıkça görüyoruz. Demek ki oluyormuş diktatörlükler böyle oluyor…

Muhalefetin durumu ne?
Güçlü bir muhalefet olsa bunları biz yaşamazdık. Önemli olan sendikal hareketin, örgütlü yapıların güçlü olmasıdır. Bizde 12 Eylül’den sonra örgütlenme kesilince, muhalefet de güç kaybetti.

ÇGD olarak ne yapıyorsunuz?
Kuruluşundan beri basın düşünce ve ifade özgürlüğüne bağlı güçlü bir geleneğimiz var. Uğur Mumcu, Aziz Nesin, İlhami soysal, Müşerref Hekimoğlu, Mustafa Ekmekçi bizim üyemiz yöneticimizdi. ÇGD olaylara aktif tepki gösteren bir kurum. Bir olay yaşandığında Uğur Mumcu, Aziz Nesin olsa nasıl tepki verirdi diye düşünüyor, ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyoruz. Bunlar bizim örnek aldığımız insanlar. Ben siyasalda hocalık yaptım öğrencilere idol olarak Uğur Mumcu,  İlhan Selçuk, Aziz nesin gibileri örnek gösteriyorum. Çocuklar “siz bize ölenleri idol gösteriyorsunuz” diyor, yaşayanların çoğu teslim olmuş kimi idol göstereyim. Bizim derneğimizin geleneği sağlam biz o geleneği sürdürüyoruz.

ÇGD olarak Ankara, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Antalya, Gaziantep, Denizli, Çanakkali, Ağrı, Karabük, Zonguldak, Rize, Erzurum, Adana, Burdur, Hakkari, Tokat’ta örgütlüyüz.

Basın nasıl kurtulur?
Örgütlenme. Örgütlü gücü hiçbir kuvvet yenemez.

Peki ya evet çıkarsa?
Biz mücadelemize devam ederiz. 39 yıldır biz baskılara “hayır” diyoruz yine baskılara “hayır” demeye devam edeceğiz.

Söyleşi: Vahide Yanık

Benzer Yazılar